Muhlis Sabahattin Ezgi


Muhlis Sabahattin Ezgi
 


   Muhlis Sabahattin Ezgi, 1890 yılında Adana'da sürgünde doğar. Sürgünün nedeni, Abdülaziz'in başmabeyincisi olan babası Hurşit Bey'in, Abdülhamit'in tahta çıkmasıyla İstanbul'dan uzaklaştırılmasıdır. Çocukluğu Drama ve Selanik'te geçen Muhlis Sabahattin, eğitimini Galatasaray Lisesi'nde tamamlar. Evdeki sazlı sözlü sohbetlerde kulağına dolan alaturka müziğin yanına, okul yıllarında piyano hocasının katkısıyla alafranga müzik kültürünü de ekler. Böylece o yıllarda Batı müziğine ilgi duymaya başlar. 

   Politik, ateşli bir gazeteci

   İkinci Meşrutiyet'in ateşli yıllarında Muhlis Sabahattin politik bir gazeteci kimliğine sahiptir. Gazeteciliğin yanı sıra, üyesi olduğu, İttihat ve Terakki Fırkası dışında kalan Jöntürk çevresinin kurduğu Osmanlı Demokrat Fırkası'nın genel sekreterliğini de yürütür. Genç yaşına rağmen otoriter ve etkileyici karakteriyle dikkat çeken Muhlis Sabahattin'in yaşamı boyunca gözünden düşürmediği monoklu, şık giyinişi, yüksek perdeden konuşması daha o günlerde belirleyici özellikleri arasındadır.
   Bu ateşli gazeteci, hükümete karşı yazıları yüzünden kovuşturmaya uğrayınca Avrupa'ya kaçar. Yalnızca ülke değil, meslek de değiştirerek. Müzik bilgisi ve piyanodaki ustalığı, yolunu Avrupa'ya kaçan diğer müzisyenlerle kesiştirir. Kurdukları grupla çıktıkları Avrupa turnesinin ardından Amerika'ya göçerler.
Muhlis Sabahattin, bu gurbet yıllarının ardından mütareke döneminde vatanına döner. Sürgün dönemi bitmemiştir, İstanbul'a uzak bir köyde yaşaması şart koşulur. Küçüklüğünden beri en çok korktuğu şey başına gelmek üzeredir: Ölmeden unutulmak. Unutulmamak için verdiği ilk uğraşı olan politikayı tamamen terk ederek, kendini ona ölümsüzlüğü armağan edecek yeni uğraşına adar: Müzik.
 

   Politikadan Operete

   Muhlis'in Çocukları" adıyla kurduğu operet topluluğu, 1930'lu yıllarda büyük başarı kazanır. Bir süre sonra "Süreyya Opereti" adını alan bu topluluk, Kadıköy'deki meşhur Süreyya Paşa Tiyatrosu'nda temsillerini sürdürür. Ayşe, Asaletmaap, Gülfatma, Monbey gibi birbiri ardına sıralanan operetlerin kadrosunda; Suzan Lûtfullah, Lûtfullah Sururi, Celal Sururi, Muammer Karaca, Toto Karaca, Avni Dilligil, Ömer Aydın ve orkestrada Muhittin Sadak gibi, Türk operet tarihinin en değerli isimleri bulunmaktadır. Operetlerin kazandıkları başarılar üzerine, Sahibinin Sesi ve Columbia şirketleri üst üste plaklarını yayınlar. Özellikle "Ayşe" opereti, Suzan Lûtfullah adının duyularak sevilmesine, Muhlis Sabahattin'in "Operet Kralı" olarak kabul edilmesine ve "Muhlis'in Çocukları"nın halk arasında tanınmasına neden olur.
 Bu başarı, Muhlis Sabahattin'e yeni bir alanın kapısını açar. Muhsin Ertuğrul yönetmenliğini yaptığı ilk Türk müzikal filmlerinin müziklerini bestelemesini istemektedir. "Karım Beni Aldatırsa", "Milyon Avcıları", "Söz Bir Allah Bir" gibi filmleri doğuran bu işbirliği, Darülbedayi sahnesinde de sürer. Yusuf Ziya Ortaç'ın kaleminden çıkan "Aşk Mektebi"nin müziklerine Muhlis Sabahattin imza atar. Bu çalışmalarının yanı sıra, kendi topluluğunu da ihmal etmez ve Muhlis'in Çocukları şehir şehir dolaşıp operetleri sergilerler. 



   
   Yeni Bir Müziğin Öncüsü

   Muhlis Sabahattin Ezgi, yirmiyi aşkın operet ve revü eserinin yanı sıra, klasik Türk müziği türünde de birçok şarkı besteler. Müziğinde doğu ile batının bir arada yer alışı onu Türk operet tarihinde özel bir yere koyar. Kendi deyimiyle "Ne alaturka, ne de alafranga"dır bu müzik. Belki de hala ulaşmadığımız, kendimize özgü, yeni bir Türk müziğinin öncüsüdür, bir başlangıçtır.
 Muhlis Sabahattin'in öncülük ettiği bir başka konu da, Türk operetlerine köyü ve köy yaşamını dahil etmesidir. Türk edebiyatında köye olan eğilimin bir uzantısı olarak köy yaşamından ve halk müziği ezgilerinden yararlanır. 

   Sonun Başlangıcı

   Muhlis Sabahattin'in yıkılış süreci, 1939 yılında kızı Melek'in ölümüyle başlar. Melek, çok genç yaşta veremden ölünce besteci büyük bir sarsıntı geçirir. Ses Opereti tarafından eserleri oynanmaya, kendisi de turne toplulukları kurmaya devam eder; ama artık sona yaklaşmıştır. 1946 yılında turne dolayısıyla bulunduğu Zonguldak'ta verem olduğu anlaşılır, alelacele İstanbul'a dönülür. Her ne kadar teşhiste çok geç kalınmışsa da, Heybeliada dispanserine yatırılır. Hem sağlık durumu, hem de maddi durumu kötüdür. 1947 yılının Ocak ayında Saray Sineması'nda hastane masraflarını toplamak için bir jübile yapılır.
 Muhlis Sabahattin yolun sonuna gelmiştir artık, 10 Şubat 1947 günü hayata gözlerini yumar. Cenazesine, Beyoğlu boyunca Şehir Bandosu bestecinin çok sevdiği, Ayşe Opereti'nden "Ayşe'nin Duası" şarkısını çalarak eşlik eder. Bestecinin ölümünden sonra repertuarı, topluluğu da emanet ettiği Cemal Sahir'e kalır. Ancak daha sonra bu repertuar kaybolur. Notaların diğer kopyası da Maestro Karlo Kapoçelli'yle İtalya'ya döner. Repertuarın akıbetiyle ilgili bir diğer rivayet de, bestecinin kız kardeşi Neveser Kökteş'in ağabeyinin cenazesinden döndükten sonra bütün notaları ve metinleri yaktığıdır. Öyle ya da böyle geride yalnızca 1966'da Lûtfullah Sururi'nin İstanbul Radyosu için radyofonize ettiği Ayşe Opereti'nin melodileri kalır.

   Eserlerinden bazıları;


   Birçok fantezisi ve operet şarkısı kendi yönetimindeki orkestra eşliğinde Münir Nurettin Selçuk, Fikriye Hanım, Seyyan Hanım gibi sanatçılarca plağa kaydedilen Muhlis Sabahattin'in kentli çaldığı piyano eşliğinde solo plak kayıtlan da vardır.

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam153
Toplam Ziyaret1027535
Hava Durumu