Zeki Arif Ataergin

Zeki Arif ATAERGİN

1896 yılında İstanbul’da doğdu. Babası ünlü bestekâr ve kânunî Hacı Ârif Bey’dir. Asıl adı Salih Zeki olduğu halde Zeki Ârif adı ile tanınmıştır. Ataları, Zindankulesi civarında türbesi bulunan “Sâdât-ı Hüseyniye”den Baba Cafer soyuna dayanıyor.

İlköğrenimini Beşiktaş’taki “Âfitab-ı Maarif” okulunda yaptıktan sonra Vefa İdadisi’ni bitirdi. Yüksek öğrenimini İstanbul Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Babası Yemen’e tayin olunca ailesi ile birlikte bir süre Sana’da kaldı. Adliye teşkilatında çeşitli görevlerde bulundu, hakimlik ve avukatlık yaptı. Son görevi Fatih noterliği idi ve buradan emekli oldu.

5 Ocak 1964 günü vefat etti. Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Daha çocukluk yaşında babasının mûsikî dünyasında sanatımızı yakından tanımış olan Zeki Ârif Bey, Tanburî Cemil Bey, Kemençeci Vasilâki, Udî Nevres Bey, Hanende Hüsameddin Bey, Leon Hancıyan, Ahmed Irsoy, Bestenigâr Ziya Bey, Hâfız Osman gibi ünlü ustaları tanıyarak mûsikî zevkini geliştirdi.

Babası Hacı Ârif Bey hemen hemen her toplantıya oğlunu da götürür ve mûsikîmizi yakından tanımasını isterdi. Daha beş-altı yaşlarında iken babasından meşke başladı. Bu yıllarda babası en yakın dostu ve komşusu olan Raûf Yektâ Bey’e götürerek “Kim bu biliyor musun ?” demiş, çocuğu yakından tanıyan Raûf Yektâ Bey de Tanburî Zeki Mehmed Ağa gibi olacağını söylemiş. Zeki Ârif Bey’in Sipihr makamından yapmış olduğu takımı yıllarca eski İstanbul Radyosu’nda Darüttalim heyetinden dinleyen Raûf Yektâ Bey çok duygulanıp heyecanlanarak, “Tanburî Zeki Mehmed Ağa olmadı ama bestekâr Zeki Ârif oldu”demiş. Bir başka gün Beylerbeyi’nde Üsküdar’a gelinceye kadar bu eserlerden bir kaçının bizzat kendi sesinden dinlemek istemiş ve çok takdir etmiştir.

Uzun süre Hacı Kirami Efendi ile Lâmekâni Mustafa Efendi’den mûsikî dersleri aldı. Hacı Kirami Efendi’den Sûznâk, Hüseyni, Hicaz, Nihavend fasıllarını öğrendi. Dinî mûsikî bilgisini de ilerletti. Biraz ilerledikten sonra babası Hacı Ârif Bey, Tanburî Cemil Bey, Santurî Edhem Efendi, Kemanî Aleksan Ağa, Hacı Kirami Efendi, Hâfız İsmail ve Karcığar Mazhar Bey’in yaptığı fasıllara katılarak repertuvarını oldukça genişletti.

Babasının ölümünden sonra kemanî Seyyid Abdülkadir Töre ile tanıştı ve bu tanışma onun sanat hayatında bir dönüm noktası oldu. Abdülkadir Töre’den aldığı ilhamla başta Dilkeşhâveran makamı olmak üzere, özellikle eski ve unutulmağa yüz tutmuş makamlara eğildi. Sipihr ve Evc - Mâye makamları üzerinde durduğu bu tür makamların sadece ikisidir. Bu gibi makamlardan hayli eser besteledi. Bir süre “Darü’l-Mûsikî”nin icrâ heyetinde bulunduktan sonra Darüttalimi Mûsikî’ye girdi ve burada öğretmen olan İsmail Hakkı Bey’i tanıdı. Üsküdar’a taşındıktan sonra İsmail Efendi ile oğlu Sadi Işılay’la tanıştı. Sadi Işılay o zamanlar İbrahimpaşa civarındaki Şehzade Ziyaeddin Efendi’nin konağına devam ederdi. Buraya Zeki Ârif Bey’i de götürür beraber fasıllara katılırlardı. Faslı Hoca Ziya Bey yönettiğinden, ses mûsikîmizin bu büyük ustasından çok yararlandı.

Konağa devam ettiği yıllar içinde Uşşak, Mâye, Segâh, Nihavend, Neveser, Sultanîyegâh, Ferahfeza, Karcığar, Mahûr, Irak, Ferahnâk, Hicazkâr, Sûzidil, Şedd-i Araban, Neva, Evc ve Rast fasıllarını öğrendi. Sonraları Darülelhan’a kaydolarak Hoca Ziya Bey’den yararlanmayı sürdürdü.

Bestekârlığa Hoca Ziya Bey ile Abdülkadir Töre’nin ısrar ve teşviki ile başladı. Raûf Yektâ Bey ve Ahmed Irsoy’dan yardım gördü. Birkaç denemeden sonra Dilkeşhâveran takım ile Mâye, Irak, Sipihr ve Mahûr - Buselik makamlarından bestelediği eserler birbirini izledi. Nasûhi şeyhi Kerameddin Efendi ile dostluk ve yakınlık kurarak onun Tasavvuf vadisindeki engin kültüründen yararlandı. Pek çok eserinin sözlerini Kerameddin Efendi’nin söylemiş olduğu şiirlerden seçti. Zeki Ârif Bey ayrıca resim sanatı ile de uğraşmış, güzel eserler ortaya koymuştur.

Kendisini tanıyan ve ders almış olan kimselerin ortak kanısı duygulu, alçak gönüllü, gösterişi sevmeyen, terbiyeli, nazik, çelebi mizaçlı, dini bütün, Tasavvuf kültürü zengin bir kimse olduğu noktasında birleşir.
Bir bestekâr olarak eserlerindeki melodi zenginliği başlıca özelliğidir.

“Türk Mûsikîsi’ni sevenler arasında ismini gönüllere işleyen Selâhaddin Pınar, beste vadisindeki duygu ve his kalıplarının kendisine Zeki Ârif Bey’in üzerinde yarattığı tesirle açıldığını, ona duyduğu derin bir hayranlığın ifadesi içinde, her zaman ihsas etmiştir. O Türk Mûsikîsi bestekârlığı için lüzumlu bütün şartların şahsında topladığı son bestekârdı. Çağdaş bestecilerimizin kolay ve harcıâlem yolu seçme çabası yanında Zeki Ârif Bey Sipihr, Dilkeşhâveran, Evc - Mâye, Evc - Buselik, Mahûr - Buselik gibi ancak müzik kültürü gelişmiş kimselere hitab edebilen nadide makamlarda, seleflerinin tesirinden azâde, belirli özellik taşıyan çok olgun eserler vermiştir. Eserlerinde daha ilk bakışta alışılmamış bir melodi zenginliği göze çarpar. Türk Mûsikîsi beste şekillerinin en küçüğü olan şarkılarda dahi, şed ve modülasyon bakımından akla, hayale gelmeyen sürprizler yapmış ve bu sürprizleri müstesna kabiliyetinin kendisine verdiği büyük maharetle, en ufak aksaklığa meydan bırakmayacak derecede birbirine yakıştırmıştır. İşte büyüklüğü de buradadır.

Hanende olarak da eski tarz söyleyiş uslûbunun ve Gazel formunun son ustasıydı. Zengin oktavlı, pest ve tiz perdeleri aynı güçte, parlak bir sesi vardı.
Burhaneddin Ökte’nin ifadesine göre, Gazel okuduğu zamanlar tiz perdelerde sazlar bazen karşılık veremezlerdi. Gerçekten de Zeki Ârif Bey’in birçok eserinde gazel formunun renk ve motiflerini bulmak mümkündür. Kendi uslûb anlayışı içinde ve icrâ tekniğine göre bestelediği için, eserlerinin güç olduğu bilinir.

Zeki Ârif Ataergin peşrev, saz semaisi, Beste, Ağır ve Yürük Semai, Tevşih, İlâhi, Şarkı olmak üzere iki yüze yakın eser bestelemiştir.

Güçlü nota bilgisi olduğu için eserlerini kendisi notaya almıştır.

Zeki Arif Ataergin eserleri için tıklayınız.

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam116
Toplam Ziyaret1027498
Hava Durumu